Lord Arthur Balfour (1848-1930)
Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini verdiğim küçük parça, Siyonist projenin temel unsuru “Filistin’de Yahudi anavatanını” 1917’de yayımladığı deklarasyonla hayata geçiren İngiliz siyasetçi Lord Arthur Balfour’la yapılan bir mülakattan alınmıştır.1 Son zamanlarda Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelensky’nin Yahudi kimliği üzerinden, bu ülkede Neonazi bulunamayacağına kanaat getirenlerden tutun da İsrail’in Ukrayna’ya verdiği desteğe dikkat çekerek antisemitizmin mümkün olamayacağına kadar bir dizi iddia ortaya atıldı. İnsan bu saflık karşısında, antisemitik olduğu kabul edilen Donald Trump’ın şedit siyonizmini veya tipik Yahudi stereotiplerini kapağına taşıyan derginin yakın olduğu Macaristan lideri Viktor Orban’ın İsrail’in en büyük dostlarından sayıldığını, hatta İsrail’in emperyalist sistemin mümtaz bir parçası olarak o sistemin para ve silah yağdırdığı bir ülkeden beri durmasının pek de mümkün olmadığını hatırlatmak istiyor. Ama bunun yerine, tam da Siyonizmin tarihsel kökenini kurcalamak gerekiyor.
Britanya’da 1905 yılında kabul edilen ve temel hedefi Rusya Yahudilerini Ada’dan uzak tutmak olan Yabancılar Yasası’nın (Aliens Act) ateşli taraftarı Lord Balfour’un2 en gayretkeş Siyonist olması tutarsızlık mıydı? Hayır. Siyonizm, i) batılı antisemitizme tam da ihtiyacı olan ırkların coğrafi olarak ayrılmasının, bir başka deyişle Avrupa’nın Yahudilerden arındırılmasının (Nazi literatüründe Judenfrei) yolunu sunuyordu, ii) devrimci harekette önemli bir yer kaplayan Yahudilerin ehlileştirilmesine hizmet ediyordu. Aşağıda okuyacağınız parça, Balfour’un Siyonizme Yahudi halkına duyduğu sevgiden değil, tam tersine, antisemitizm ve karşıdevrimden vardığını gösteriyor. Benzer bir yolculuk, mülakatın diğer öznesi Amerikan Yargıç Brandeis için de geçerlidir: Brandeis, Siyonizmi öğrenene kadar hayatında Yahudilerle veya onların gelenekleriyle hiçbir temasının olmadığını itiraf ediyor; onu Siyonizmin Yahudi sorununa çözüm olduğuna ikna eden şey, özellikle Doğu Avrupa’dan ABD’ye gelen Yahudi akınıdır. Gerek Balfour, gerekse Brandeis, Doğu Avrupa Yahudilerinin devrimci fikirlere açık olduğundan emindir. Yani Siyonizm, yukarıdaki iki hizmetine ek olarak, bir de emperyalist ülkeleri devrimci düşüncelerden korumak, bu düşüncelerin taşıyıcıları olduğu düşünülen Yahudileri batıdan uzak tutmak için desteklenmiştir.
Bütün bunlar, 19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başında, Yahudi sorununun göçmen sorununa, göçmen sorununun da literatüre “Toplumsal Mesele” (Social Question) olarak geçen soruna bağlandığını göstermektedir. Özellikle ABD’de, “aşağı” ve “kalifiye olmayan” Doğu Avrupa Yahudileri yerine Batı Avrupa Yahudilerini göçmen olarak kabul etmeyi hedefleyen varyantlar da bulunur. Ama sonuç değişmez: Antisemitik bir Siyonizm mümkün olduğu gibi, Filistin’de Yahudi anayurdunun babası Balfour tam da antisemitik olduğu için Siyonisttir.
Çeviride esas aldığım kaynak: From Haven to Conquest Readings in Zionism and the Palestine Problem until 1948, ed. Walid Khalidi, The Institute for Palestine Studies, 1971, Beyrut, s. 195-6.
Bay Balfour’un 23 Rue Nitot, Paris’teki Dairesinde Bir Mülakat, 24 Haziran 1919, akşam üzeri 4:45.
Hazır bulunanlar: Bay Balfour, Bay Yargıç Brandeis, Lord Eustace Percy ve Bay Frankfurter3
Bay Balfour, Yargıç Brandeis’ın Avrupa’ya gelmesinden büyük memnuniyet duyduğunu ifade etti. Onun kanısına göre Yahudi sorununun (Filistin sorunu bunun yalnızca bir parçasıdır ama asli bir parçasıdır), Avrupa’daki devlet idaresinin karşısına çıkan herhangi bir sorun kadar kafa karıştırıcı bir sorun olduğunu söyledi. Bundan son derece muzdarip ve güçlüklerinden rahatsız oluyor. Bay Balfour, Doğu Avrupa'daki Yahudiler üzerindeki baskıyı özet bir şekilde nakletti ve sorunun, Yahudilerin yalnızca devrimci hareketlere katılmaları değil, aynı zamanda büyük ölçüde bu tür hareketlerde lider olmaları gibi olağanüstü bir fenomenle karmaşıklaştığını söyledi. Daha geçen gün konu hakkında bilgi sahibi bir kişinin, kendisine Lenin’in anne tarafından da Yahudi olduğunu söylediğini belirtti.
Yargıç Brandeis, bunun böyle olmadığına inanmak için her türlü sebebinin olduğunu ve Lenin’in her iki taraftan da üst sınıf bir Rus olduğunu belirtti. Sözlerine, her şeye karşın bunun küçük bir mesele olduğunu ve Bay Balfour’un tüm sözlerinde tamamen hemfikir olduğunu söyleyerek devam etti. Her Yahudinin potansiyel olarak bir idealist ve entelektüel olduğuna inanıyor ve sorun, bu özelliklerin doğrultularından biridir. Siyonizme kendi yaklaşımını, tamamiyle bir Amerikan olarak, tüm hayatı boyunca Yahudi tanıdıklardan ve geleneklerinden uzak olarak buraya vardığını anlattı. Bir Amerikalı olarak, her yıl ABD’ye akan çok sayıda Yahudinin, özellikle de Rus Yahudilerinin idaresiyle karşı karşıya kalmıştı. İşte o zaman, tesadüf eseri Siyonizm üzerine bir broşür yoluna çıkmıştı, bu onu Yahudi sorununu çalışmaya ve Siyonizmin [bu soruna] cevap olduğu sonucuna götürmüştü. Şu anda devrimci hareketlere destek olan aynı niteliklere sahip aynı adamlar, kendilerini ifade etmek için yapıcı kanallar bulacaklar (ve Birleşik Devletler’de buluyorlar) ve medeniyete olumlu katkılarda bulunacaklardır.
Bay Balfour, aynı fikirde olduklarını ifade etmek için araya girerek şunları ekledi: “Tabii ki, bunlar sizi ve beni böylesine ateşli Siyonist yapan nedenler.”
(...)
Mülakatın çevirmediğim kısımları da önemsiz değildir. Örneğin Yargıç Brandies’ın Siyonist programın tamamlanabilmesi için yerine getirilmesi gerektiğini düşündüğü üç koşul bugün bile çok kritiktir: 1) Yalnızca Filistin’de bir Yahudi yurdu kurulmamalıdır, Filistin bir Yahudi yurdu haline gelmelidir; Yargıç’a göre bu ilkeye zaten Balfour Deklarasyonu ve Paris Barış Konferansı bağlılığını teyit etmiştir. 2) Yahudi Filistin’e ekonomik hareket alanı sağlanmalıdır; sağlıklı bir toplumsal yaşam için kendi kendine yeterlilik gerekmektedir, bunun için Filistin’de küçük bir bahçeye değil, münasip hudutlara ihtiyaç vardır. Bu da, Brandies’a göre, Kuzey’deki su kaynaklarının kontrolü demektir. 3) Brandies, kuşkuya yer bırakmayacak şekilde konuşmaktadır: Gelecekteki Yahudi Filistin, sağlam bir ekonomik yaşamın kalbinde yer alan toprağı ve doğal kaynakları kontrol etmelidir. Yaratılan ve yaratılacak değerler, özel kişilerin ellerine değil, Devlete gitmelidir. Söylemeye gerek bile yok, Lord Balfour bu üç koşulla da tamamen hemfikirdir. Üstelik Balfour, Filistin’de Siyonizmin “ulusların kendi kaderini tayin hakkı” çerçevesinde değerlendirilemeyeceğini de itiraf etmektedir; Siyonizm, bir bölgede zaten var olan bir topluluğun kaderini tayin etmesi değil, bilinçli bir şekilde yeniden oluşturulan ve gelecekte sayısal çoğunluğu ele geçirmesi hedeflenen sömürgeci bir inşa faaliyetidir.
Arthur Balfour’un beyaz üstünlükçü ve antisemitik görüşlerinin bir özeti için şu makaleye bakılabilir: https://forward.com/opinion/386480/its-time-to-admit-that-arthur-balfour-was-a-white-supremacist-and-an-anti-s/.
Felix Frankfurter (1882-1965), Harvard Hukuk Fakültesinde Hukuk Profesörü, daha sonra ABD Yüksek Mahkemesinde yargıç (1939-62) ve Başkan Wilson’ın 1919 Paris Barış Konferansındaki danışmanı; Lord Eustace Percy (1887-1958), İngiliz diplomat, daha sonra Muhafazakâr parti milletvekili (1921-37) (yayıncının notu). Louis Brandeis (1856-1941), ABD’li avukat, 1916-39 yılları arasında Yüksek Mahkeme yargıcı. ABD’de Siyonizmin önemli temsilcilerinden. Ailesi Bohemya’dan ABD’ye göçen Yahudilerdendi. (ç.n.)