Putin, Batı medyası ve siyasetinin kaçıncı Hitler'i?
ABD ve İngiltere dış siyasetinde Nazi revizyonizmi
Karikatür: Walter Toscano
Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini verdiğim makale, 15 Mart 2022’de Ebb Magazine’de Louis Allday imzasıyla yayımlandı. İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana argumentum ad Hitlerum’un nadide örneklerini sergileyen emperyalist yöneticiler ve medya, hasımlarını devamlı Hitler’le kıyaslarken aslında satır arasında “Hitler’in o kadar da kötü olmayabileceğine” dair bir mesaj veriyor. Nitekim, Amerikan emperyalizminin düşmanları Hitler’den beter kabul edilirken, Ukrayna örneğinde gördüğümüz üzere, Hitlerciliğin meşrulaştırılması yalnızca bir haftalarını alıyor.
“Hitler’den beter”: ABD dış siyasetinin hizmetinde Nazi revizyonizmi
Louis Allday
15 Mart 2022
Geçen hafta, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Nazi Almanyası’nın eski diktatörü Adolf Hitler arasında doğrudan paralellikler kuran bir dizi tanınmış şahsiyet görüldü. Hatta bazı durumlarda Hitler, Putin’e kıyasla olumlandı – daha az yolsuz ve daha az acımasız olduğu söyleniyor, çünkü “kendi halkını” asla öldürmedi ve “kimyasal silah kullanmadı.” Bu karşılaştırmalar ne kadar saldırgan ve tarih dışı olsa da, tam olarak anlaşılabilmeleri için ABD ve müttefiklerinin resmi olarak belirlenmiş düşman devletlerinin liderlerini, savaşçı politikalarını haklı çıkarmak ve onlara yüzeysel bir ahlaki cila eklemek için gereken duygusal kamuoyu tepkisini oluşturmak için tekrar tekrar alaycı bir şekilde Hitler'in bir tür reenkarnasyonu olarak tasvir eden daha geniş tarihsel modeline yerleştirilmelidirler.
Geçtiğimiz on yılların tarihsel kayıtlarına üstünkörü bir bakış bile, bu karşılaştırmanın o kadar tutarlı ve öyle bir şekilde yapıldığını açıkça göstermektedir ki, bu, bir tür Holokost inkarı ve hatta Nazizmin sinsi bir rehabilitasyonuyla fiilen eşdeğerdir. Bu karşılaştırmaları emperyalist ve yayılmacı bir dış politika gündeminin ihtiyaçlarına hizmet etmek için tekrar tekrar yaparak ve ABD düşmanlarının suçlarını abartarak (ve çoğu durumda uydurarak) Nazilerin suçları sistematik olarak küçümsendi, çarpıtıldı ve zaman zaman, kesin olarak reddedildi. Ana akım yorumcuların ve politikacıların Ukrayna’daki neonazi paramiliter grupları açıkça aklamaları ve aynı zamanda Putin’i yeni Hitler –veya daha kötüsü– ilan etmesiyle, bu eğilim son haftalarda bir doruk noktasına ulaştı.
Bu, şaşırtıcı derecede uzun kökleri olan ve en azından İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminden sadece on yıl sonrasına kadar uzanan bir mecazdır. Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdül Nasır 1955’te Komünist Çekoslovakya’dan ABD’nin canını sıkmak için silah satın aldığında, ABD düzeninin her zaman güvenilir bir sözcüsü olan New York Times ondan “Nil’deki Hitler” olarak bahsetmeye başladı.1 Bu etiket, antiemperyalist Nasır’ın 1956’da Süveyş Kanalı’nı millileştirmesinden sonra daha da yaygınlaştı ve aralarında Britanya Başbakanı Anthony Eden’ın de bulunduğu bir dizi İngiliz ve Fransız politikacı, aynı yıl içinde kendilerinin ve İsrail’in Mısır’ı ortak işgalini önceden meşrulaştırmak için onu defalarca Hitler’le kıyasladı. İsrail Başbakanı David Ben-Gurion, herhangi bir kanıt sunmadan, Mısırlı subayların araçlarının gamalı haçla süslendiğini ilan edecek kadar ileri gitti – bu iddia o zamanlar hem İsrail hem de ABD’de basın tarafından eleştirmeden aktarıldı.2 Küba Devlet Başkanı Fidel Castro da 1980’lerde ABD tarafından, devrimci lidere iftira atmak için on yıllardır süren kampanyasının bir parçası olarak Hitler’e benzetiliyordu. [ABD] Birleşmiş Milletler daimi temsilcisi şunları söylemişti:
Hitler ve Stalin’in özürcülüğünü yapanları hatırlayacak kadar yaşlıyım. O diktatörlerin yaptıklarının gerçeği dünyaya sızdığında, şok ve ihanet çığlıklarını hatırlıyorum. Bence dünya Castro yönetimindeki yaşamın dehşetini nihayet kabul ettiğinde, er ya da geç aynı çığlıklar yükselecek.
Bununla birlikte, öyle görünüyor ki, bu “yeni Hitler” suçlamasının devam eden önemi, –artık tartışmasız küresel hegemon– ABD'nin, ona karşı çıkan herhangi bir hükümeti devirmek için neredeyse başıboş kaldığı Sovyet sonrası döneme kadar tam gaz çalışmıyordu; ama yine de seri “müdahalelerine” yeterli iç desteği sağlamak için halkın öfkesinin üretilmesini gerektiriyordu. Örneğin, Çöl Fırtınası Operasyonunun ve Ocak 1991’de Birinci Körfez Savaşı’nın başlamasından sadece iki ay önce ABD’de halka açık bir mitingde konuşan Başkan George Bush, eskiden yakın bir müttefik olan Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin’i Alman diktatörle olumsuz bir şekilde karşılaştırdı ve onu “Adolf Hitler’in hiçbir zaman katıldığına inanmadığı bir gaddarlıkla” suçladı. Aslında kendi içinde Holokost inkarı olan, olayların rahatsız edici bir yorumu. Aynı karşılaştırmayı, çatışmalar şiddetlendiğinde ve ABD birkaç ay içinde birden fazla savaş suçu işlediğinde meşrulaştırmak için yapacaktı. Bush’un Hitler’i bu savaş çığırtkanlığı retoriğinde kullanmasının özellikle müstehcen bir ironisi, kendi babası Prescott Bush’un, Nazi Partisinin iktidara yükselişinin finansmanında doğrudan yer almış olması ve 1942’ye kadar doğrudan doğruya hükümetle bağlantılı şirketlerin yönetim kurulundaki konumundan Nazizmin finans mimarlarıyla kâr elde etmesidir. Bush, elbette, bu karşılaştırmayı yaparken yalnız değildi. Gallant Vakfı’nın bir araştırması, 1 Ağustos 1990 ile 28 Şubat 1991 arasında, yalnızca ABD yazılı medyasının Hüseyin’i 1.035 kez Hitler’le karşılaştırdığını keşfetti.3
Aynı mecaz 1999’da, NATO’nun Yugoslavya’ya yönelik saldırısını haklı çıkarmak ve onu insani kaygılarla motive edilmiş gibi göstermek için, Yugoslavya Devlet Başkanı Slobodan Milošević’in ABD yetkilileri tarafından defalarca Hitler’le karşılaştırılmasıyla yeniden ortaya çıktı.4 Belki de en anlamlısı, NATO’nun Yugoslavya’ya askeri saldırısının başladığı 24 Mart 1999’da Oval Ofis’ten Amerikan ulusuna canlı bir konuşma yaparken, Baba Bush’un Başkan olarak halefi Bill Clinton’ın Milošević ve Nazi hükümdarını karşılaştırıp ağırbaşlı bir şekilde şunları sormasıydı: “Ya birisi daha önce Winston Churchill’i dinleyip Adolf Hitler’e karşı çıksaydı? O zamanki liderler akıllıca ve yeterince erken davransaydı, kaç hayat kurtarılabilirdi, kaç Amerikalı ölmek zorunda kalmazdı, bir düşünsenize?”5 Ertesi ay, [İngiliz] İşçi Partisi Milletvekili Ken Livingstone, iki lideri Başkan ve diğer birçokları gibi karşılaştırmanın yanlış olmadığını savunarak Clinton’un sözlerini yineledi.
Milošević 2006’da öldüğünde, Wall Street Journal, NATO’nun Yugoslavya’ya yönelik kanlı bombalama harekâtının başındaki adamın –eski Müttefik Yüksek Komutanı Wesley K. Clark– onun hakkında yazdığı ve lafı dolandırmaksızın “Küçük Hitler” başlıklı bir makale yayımladı. Eski Nürnberg Mahkemeleri Savcısı Walter J. Rockler’ın “Nazilerin Polonya’ya saldırmasından bu yana en pişkin uluslararası saldırganlık [...] [burada] Birleşik Devletler uluslararası yasallık ve dürüstlük iddialarını bir kenara bırakıp amok koşan çiğ bir emperyalizm rotasına girişti,” diye tasvir ettiği durumda Milošević hakkında son sözün Clark’a verilmiş olması, ABD medyasının kalbindeki ahlaki kara delik ve onun “yeni Hitler”e yönelik kınamalarının ciddiyeti hakkında çok şey söylüyor.
Daha sonra, ABD-İngiltere işgalinin başlamasından kısa bir süre önce, Mart 2003’te Irak’a yönelik düşmanca niyetini savunurken, Birleşik Krallık Başbakanı Tony Blair de Hitler hayaletine başvurdu ve her türlü “yatıştırmaya” karşı çıkarak şunu iddia etti: “Düzgün ve iyi niyetli insanların çoğunluğu Hitler’le yüzleşmeye gerek olmadığını ve bunu yapanların savaş tacirleri olduğunu söylemesine rağmen,” bu tür insanlar yanılıyordu. Babasının ondan on iki yıl önce yaptığı gibi, Başkan George [W.] Bush da Saddam Hüseyin’i defalarca Hitler’le kıyasladı ve mevkidaşı Blair gibi, “yatıştırma politikasının tarihte hiç görülmemiş türden (yıkım) getirebileceğini” savundu. İşgalin ve yankılarının o zamandan beri Irak halkına ve daha geniş bölgeye verdiği büyük yıkımı bilerek, geriye dönüp bakıldığında okuyunca özellikle mide bulandırıcı bir mantık çizgisi.
Artık tanıdık olan bu retorik cihaz, 2011’de bu kez NATO’nun Libya’ya yönelik yıkıcı saldırısını haklı çıkarmak ve ona bir insani müdahale anlatısı sağlamaya yardımcı olmak için yeniden kullanıma hazırlandı.6 Libya güçleri tarafından işlenen (daha sonra asılsız olduğu kanıtlanan) toplu tecavüz ve diğer vahşetlerin ürkütücü, kanıtsız iddialarının Batı medyasında eleştirisiz bir şekilde bildirildiği bir zamanda, ABC, “Yeni Hitler” Kaddafi hakkında haber yapıyordu. İki yıl sonra, ABD’nin Suriye devletine karşı vekalet savaşı devam ederken, sıra Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’a geldi ve o zamanın Dışişleri Bakanı John Kerry tarafından doğrudan Hitler (ve ayrıca Saddam Hüseyin) ile karşılaştırıldı ve ardından ABD tabloid basınında “Yeni Hitler” olarak etiketlendi. Bu daha sonra, özellikle The Wire’ın yaratıcısı olarak bilinen David Simon’ın tweetinde özellikle kafayı yemiş bir şekilde üzerine inşa edilen argümandı: “Sarin gazına sahip olan Hitler, Reich’ı düştüğünde bile bunu askerler üzerinde kullanmazdı. Birinci Dünya Savaşı’nda gazla zehirlenmişti. Esad bunu 2 kez siviller üzerinde kullandı.” Simon’ın, Hitler’in sarin kullanmamak için övgüye değer bir ahlaki duruş sergilediği yönündeki iması, kendi başına alındığında yeterince rahatsız edicidir, fakat Suriye’de “Esad” (yani Suriye hükümet güçleri) tarafından gerçekleştirildiği iddia edilen kimyasal silah saldırılarının aslında Batı destekli ”isyancı” güçler tarafından gerçekleştirildiğini gösteren önemli kanıtlar bulunduğundan, geriye dönüp bakıldığında daha da çirkindir.
Daha yakın zamanlarda, “Hitler’den beter” suçlaması, 2018’de eski bir IDF [İsrail Savunma Güçleri] hapishane gardiyanı ve şu anda The Atlantic’in editörü Jeffrey Goldberg’le konuşurken şunları iddia eden Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Salman tarafından bile kullanıldı: “İran’ın dini liderinin [Ayetullah Ali Hamaney] Hitler’i iyi gösterdiğine inanıyorum. Hitler, dini liderin yapmaya çalıştığı şeyi yapmadı. Hitler Avrupa’yı fethetmeye çalıştı [...] Dini lider dünyayı fethetmeye çalışıyor.” Bu fenomenin benzer şekilde son zamanlardaki saçma bir örneği, Daily Mail’in KDHC lideri Kim Jong-Un’dan sadece deri ceket giydiği için “içindeki Hitler’i yönlendiriyor” şeklinde bahsetmesidir.
Putin ve Hitler arasında yakın zamanda yapılan karşılaştırmalar, yalnızca Ukrayna’da devam eden çatışmanın yarattığı öfke nedeniyle değil, aynı zamanda tartışmayı yapanların dolaylı olarak bağlantılı ve uzun süredir devam eden bir siyasi projeden, Hitler ve Nazileri Stalin ve Sovyetler Birliği ile birleştirmek, yararlanabilmeleri nedeniyle özellikle gürültülü ve yaygın olmuştur. Tarihçi Timothy Snyder’ın çalışmasının merkezde olduğu bu kampanyanın taktikleri, mantığı ve tarihi, içinde bulunduğumuz an ile doğrudan ilgilidir ve konuyla ilgili bu uzun makalede ayrıntılı olarak okunabilir.
Bu duygusal olarak manipülatif suçlamanın ne kadar samimiyetsiz ve alaycı bir şekilde kullanıldığının kanıtı, zaman içinde uygulandığı liderlerin sadece çok farklı karakterleri, koşulları ve siyasi yönleri değil, aynı zamanda etiketin, Hitler'in vizyonuna gerçekten ilham veren devletlerin yöneticileri hariç herkes için nasıl kullanıldığıdır: ABD ve Britanya.7 O halde, bu farklı devletler grubunu ve liderlerini birleştiren şey, şu ya da bu şekilde, ABD önderliğindeki emperyalist hegemonyaya ve Batı sermayesinin istediği yere nüfuz etmesine bir şekilde doğrudan direnmiş olmaları ya da bir şekilde önünde durmalarıdır. ABD’nin uluslararası hukuku, denge ve fren mekanizmalarını tekrar tekrar baltalamasına muhalefetini daha önce gizlemeyen Putin, bu konuda bir örnek teşkil ediyor.
ABD, tekil liderlerin görünürde irrasyonel, kana susamış ve çılgın eylemlerine odaklanarak ve bunların Batı’daki pek çok kişinin zihninde haklı olarak bête noire [nefret edilen, iğrenilen] bir figür olan Hitler’e sözde benzerliklerini vurgulayarak, söz konusu krizin daha geniş siyasi bağlamını etkili bir şekilde gizleyebiliyor ve buna neden olan doğrudan rolünü örtbas edebiliyor. Liderlere odaklanarak çatışmaları kişiselleştirmeye yönelik bu süreç, olayları daha geniş çerçevelerinden bağlamından ayırmaya hizmet eder ve söz konusu liderin iddia edilen karakter özelliklerine miyop bir odaklanma lehine, ilgili jeostratejik, ekonomik ve politik faktörleri siler. Böylece, bütün ulus-devletlere karşı saldırılar, genel olarak, durdurulması gereken tek bir “kötü adam”a karşı erdemli kampanyalar olarak anlaşılır ve ilgili siyasi bağlamı ve Batı’nın rolünü analiz etmeye çalışanlar, söz konusu liderin “özürcüleri” olarak kınanır.
Hem kendi retoriğinde hem de medyada, akademide ve ötesindeki geniş propaganda aygıtını kullanarak, kendisini şu ya da bu biçimdeki bir “yeni Hitler”le sürekli olarak savaşıyormuş gibi göstermek, –tam tersi ezici kanıtlara rağmen– Batı’nın kurguyu sürdürmesine izin veriyor, askeri gücünü (ve yaptırımlar dahil diğer saldırganlık araçlarını) adalet ve koşulları iyileştirmeyi veya etkilenen halkların acılarını hafifletmeyi amaçlayan bir tür evrenselci normlara bağlılık için kullandığı kurgusunu. Bunu yaparken, gerçek motivasyonlar, yani devletin siyasi çıkarlarının ve hedeflerinin merhametsizce peşinden gidilmesi, gözlerden gizlenir. Bu gerçek hedeflerin ne olduğunu bilen bizlerin görevi, tiranların özürcüleri olmakla ilgili aynı eski suçlamalar ya da işi Batı’nın iyilikseverliğinin sürekli olarak parçalanan cephesini ne pahasına olursa olsun desteklemek olan kişiler tarafından bize yapılan diğer samimiyetsiz hakaretler nedeniyle korkup onlar hakkında sessiz kalmamaktır.
Ali Rowghani, ‘The Portrayal of Nasser by the New York Times’ (yayımlanmamış müsvedde, Stanford University, Department of History, Mar. 1994) aktaran Joel Beinin, The Dispersion of Egyptian Jewry: Culture, Politics and the Formation of Modern Diaspora (University of California Press, 1998 (Yazarın notu).
Joel Beinin, The Dispersion of Egyptian Jewry Culture, Politics and the Formation of Modern Diaspora (University of California Press, 1998) (yazarın notu).
Richard Keeble, ‘The Myth of Saddam Hussein: New Militarism and the Propaganda Function of the Human-Interest Story.’ Media Ethics içinde Ed. Matthew Kieran. (Routledge, 1998), 73 (yazarın notu).
NATO’nun savaşının daha geniş bağlamı, gerçek niyeti ve medyanın savaşı tasviri hakkında tartışma için, bkz: Philip Hammond & Edward S. Herman, Degraded Capability: The Media and The Kosovo Crisis (Pluto Press, 2000) ve Diana Johnstone, Fool’s Crusade: Yugoslavia, NATO and Western Delusions (Pluto Press, 2002) (yazarın notu).
President Clinton, ‘Address to the Nation,’ [Ulusa Sesleniş] The White House, Office of the Press Secretary, Washington, D.C., 24 Mart 1999 (yazarın notu).
Bkz. Maximilian Forte, Slouching Towards Sirte: NATO’s War on Libya and Africa (Baraka Books, 2012) (yazarın notu).
Almanların takip etmesi için bir model olarak görülen imparatorluklarını inşa etme ve savunmadaki İngiliz “acımasızlığı” ve “ahlaki vicdan eksikliği” için özel bir övgü teması sunulmuştu. Hitler, Aryan ırkının ırksal üstünlüğünün kanıtı olarak Britanya İmparatorluğu’nun emperyal gücüne hayranlığını dile getirmiş ve Hindistan’daki İngiliz egemenliği, Almanların Doğu Avrupa’yı nasıl yöneteceği konusunda bir model olarak gösterilmişti. Gerwin Strobl, The Germanic Isle, (Cambridge University Press, 2000), 42-43, 91.