Çevirmenin notu: Aşağıdaki makale, 24 Haziran 2022’de Charles Hugh Smith’in kişisel blogunda yayımlandı. Smith’in biyografisinde “romancı” ve felsefe mezunu olduğu yazıyor; benim ilgimi çeken özelliği ise bugün “liberteryen” düşüncenin kalelerinden Mises Institute’un da yazarlarından olması. Mises’ten ve ardılı Hayek’ten ilham alan bu enstitü tekelci kapitalizme yönelik “gerçek kapitalizm bu değil” eleştirileriyle bilinir; kapitalist üretimin güncel (emperyalist) aşamasındaki ağır devlet müdahaleleri, antikapitalist öğeler olarak reddedilir (Mises ve Hayek’in faşist rejimlere yönelik övgüleri ve sempatileri ise gizli kapaklı değildir). Covid rejimi ile birlikte hızlanan yeni kapitalizm tartışmalarında, Mises Institute’un pozisyonu da kolayca tahmin edilebilir.
Her neyse… Tüm bunları akılda tutarsak, Smith’in “batıdan doğuya kayan güç odağı” saptamasına yönelik eleştirilerinin gerçek bir tarafı var. Daha önce yaptığım bir çeviride, iki Marksist iktisatçının, Prabhat Patnaik ile Michael Roberts’ın da benzer gözlemlerde bulunduğuna işaret etmiştim: Doların (ve ABD’nin) egemenliğindeki göreli gerileme, dünyanın henüz iki ekonomik birime (Anglo-Amerikan egemenliğindeki dünya, Anglosfer ve Çin egemenliğindeki dünya, Sinosfer) bölündüğü anlamına gelmemektedir. Bu tespit önemlidir, çünkü Ukrayna savaşının ardından özellikle Çin-Rusya ekseninde tavır alan kimi çevrelerde “Atlantik egemenliğinin sonu”na işaret eden aceleci yorumlar yapılmaktadır. Şimdilik gündemde olan, iki ekonomik etki alanına bölünmüş bir dünyadan ziyade bölgeselleşme eğiliminin arttığı bir uluslararası düzenleme gibi görünmektedir.
Metindeki köşeli parantezler bana aittir.
Küresel Güç Kayması Batıdan Doğuya Değil
Charles Hugh Smith
24 Haziran 2022
Son 70 yılın kazananı, büyüme için ihracata merkantilist bağımlılık, azalan getiriler ilkesine ulaştı. Büyüme kaynağı olmaktan ziyade, [artık] bir durgunluk kaynağıdır.
Sağduyu, jeopolitik gücün kaçınılmaz biçimde Batıdan Doğuya kaydığına inanıyor. Mesele bu kadar basit değil. Gerçek kayma pek de muntazam biçimde coğrafi olmayan üç güç kaynağı arasında meydana geliyor:
1. Emtia ihracatçıları
2. Mamul malların merkantilist1 ihracatçıları
3. Tüketici malları ithal eden uluslar
Gordon Long ve ben, Merkantilizmin Tektonik Değişimi’nin Yeniden Değerlendirilmesi’nde (42 dk) bu karmaşık güç değişimindeki birçok dinamiği birbirinden ayırıyoruz. Başlangıç noktaları şunlar: yeni sömürgecilik, merkantilizm ve isteğe bağlı ithalatçı.
Klasik sömürgecilikte sömürgeci güç metalara zorla el koyardı. İşgalciler emtia üreten ulusların kontrolünü askeri güç yoluyla ele geçirir ve sonra da sömürgeci gücün katma değerli üretimini beslemek amacıyla iç pazarlara ucuz malzemeler sağlamak için düşük maliyetli hammaddelerin çıkarılmasını denetlerdi. Mamul mallar daha sonra sömürge devletlerin ele geçirilmiş piyasalarında satılırdı.
Benim Yeni Sömürgeci Model dediğim şeyde, kontrol mekanizması askeri güç değil, finansallaşma ve küreselleşmedir. Yeni Sömürgeci Güç, emtia ihracatçısı ulusa ucuz kredi sunar ve devlet ve vatandaşları, şimdiye kadar ulaşılamayan bu borç ziyafetiyle karınlarını tıka basa doyurur. Kısa süre sonra devlet ve işletmeleri sürdürülemez borç yükleri altında ezilmeye başlar ve Yeni Sömürgeci Güç, varlıkları borç karşılığında takas eder, en değerli kaynakları ucuza satın alır veya serveti faiz ödemeleri ve yeniden finansman yoluyla çıkarır.
Batı on yıllardır bu Yeni Sömürgeci Model aracılığıyla zenginlik çekiyordu ve şimdi bir rakibi var: Çin.
Gordon’ın programımızda açıkladığı gibi, Çin, emtia üreticisi ülkelere, aslında onların en değerli varlıkları (limanlar, vb) üzerinde mortgage olan, düşük maliyetli krediler önerdiği Kuşak ve Yol İnisiyatifi (BRI) ile bu Yeni Sömürgeci Model’i mükemmelleştirdi. Emtia üreticisi ulus mali sıkıntıya girdiğinde, Çin krediye haciz koyar ve kaynakların, limanların vb. mülkiyetini alır.
İkinci dinamik, katma değerli mamul malların ihracatı amacıyla tüm ekonominin optimize edildiği merkantilizmdir. Bu model erken 1950’lerde Almanya ve Japonya tarafından benimsendi: ulusal politikalar, yüksek büyüme oranlarına ulaşmanın birincil yolu olarak diğer ülkelere ihracatı sübvanse etmek ve teşvik etmek için tasarlandı.
ABD dış siyasetinin önceliği Batı ve Doğunun savaştan zarar görmüş serbest piyasa demokrasilerini Sovyet kontrolü altına geçmemeleri için güçlendirmekti ve böylece ABD, SSCB ile Soğuk Savaş’ın maliyetlerinden biri olarak, kendi yerli üreticilerinin zararına bu merkantilist politikalara olanak sağladı.
Aslında ABD, hepsi de jeopolitik nedenlerle kritik önemde olan Soğuk Savaş müttefiklerimizin artı üretiminin kısıtlama olmadan boşaltılabileceği piyasa haline gelerek isteğe bağlı ithalatçı rolünü kabul etti. 1950’lerde ve 60’larda ABD pazarı o kadar büyüktü ve merkantilist ekonomilerin ihracatı o kadar mütevazıydı ki, bu müttefiklerin ihracatı için çöplük olma politikası yerel ekonomiyi bozmadı.
Para birimleri merkantilizmde kritik bir rol oynar. ABD doları güçlü olduğu ve merkantilist para birimleri zayıf olduğu sürece herkes çıkar sağladı: ihracatçı ulusların malları ABD’de ucuzdu ve kısa sürede ABD pazarında kendine yer edindi. Merkantilist ekonomiler ithalatı sınırlamaya çalıştıkları için, güçlü dolar büyümeleri üzerinde fazla bir engel oluşturmadı.
Turizm endüstrilerini genişletme açısından, güçlü dolar bir besleme roketiydi: Dolar hem Avrupa’da hem de Japonya’da çok başarılı olduğu için Amerikalı turistler Avrupa’ya akın etti.
Büyük endüstriyel üretimine olanak sağlamak için Japonya büyük bir zorunluluktan ithalatçı haline geldi: petrol/doğalgaz ve mineraller/cevherlerden yoksun olan Japonya, hammadde ithal ederek bu malları daha değerli mallara dönüştürdü.
Tüm bu üç dinamik 1970 ve 80’lerde dramatik bir biçimde değişti. OPEC ülkeleri, ABD petrol üretiminin zirve yaptığı ve düştüğü kritik noktada hidrokarbon emtialarının fiyatlandırılmasının kontrolünü ele geçirdi. Bu, küresel ekonomi aracılığıyla, daha yüksek girdi fiyatlarına uyum için stagflasyonlu bir on yılın üretilmesine yardımcı olan enerjinin yeniden fiyatlanmasının şok dalgasını gönderdi.
Aynı zamanda, sanayileşmenin dış maliyetlerinin (kirlilik, çevresel zayiat) daha yüksek verimliliği ve sanayileşmiş ulusların su, hava ve toprağının temizlenmesini zorunlu kılan düzenlemeler yoluyla da fiyatlandırılması gerekiyordu.
Aynı safhada, müttefiklerin ABD'ye ithal edilen mal akışı bir sel haline geldi, kalıcı olarak büyük bir negatif ticaret dengesi (yani ticaret açığı) yarattı ve Avrupa ve Japonya’nın güçlü dolar/zayıf para birimlerinin bir sonucu olarak yerli üreticilerin altını oydu.
Kalıcı ticaret açıkları, 1) dünyanın esas rezerv para birimini basmanın ve 2) müttefiklerden neredeyse sınırsız ihracatı kabul eden, isteğe bağlı ithalatçı olmanın sonucuydu.
Bu, doları zayıflatan ve Japonya ile Avrupa Birliği’nin (AB) para birimlerini kuvvetlendiren 1985 Plaza Anlaşması ile para birimlerinin siyasi yeniden değerlendirilmesine yol açtı. Japonya ayrıca, Japon otomobil üreticilerinin Kuzey Amerika’da montaj fabrikaları kurmasına sebep olan bir hareketle ABD’ye otomobil ihracatına sınırlama getirmeyi de kabul etti.
Japonya’nın merkantilist siyasetinin muazzam başarısı Güney Kore, Tayvan, Singapur ve Hong Kong’da, daha sonra Taylan, Endonezya, Malezya ve diğer ulusların da katıldığı Asya Kaplanları merkantilist ekonomileri meydana getirdi.
Dinamikler, 1991’de Sovyetler Birliği’nin çöküşü ve Çin’in “dünyanın atölyesi” olarak belirmesiyle bir kez daha değişti. İsteğe bağlı ithalatçı olarak kalmaktaki jeopolitik mantığın ortadan kaybolması gibi, üretimi Çin’e kaydırarak şirket kârlarını artırmaya yönelik muazzam fırsatlar, sonunda Amerika’nın ticaret açığını yeni uç noktalara genişletti ve şirket kârları eşi görülmemiş zirvelere yükseldi.
Türünün en iyisinden merkantilist bir ekonomi olarak Çin, para birimini doğrudan, merkezi olarak kontrol edilen bir para birimini ABD dolarına sabitleyerek yönetti. Bu, Çin’in para birimini (RMB), ABD’ye ve diğer gelişmiş ülkelere hiper-merkantilist ihracatını destekleyen seviyelerde tuttu.
Sovyetler Birliği’nin neden çöktüğüne ilişkin yeterince takdir edilmemiş nedenlerden biri de 1980’lerin sonundaki düşük petrol fiyatlarıydı. Sovyetlerin birincil ihracat gelirleri kaynağı petrol ve doğalgazdı ve bir kez gelirler kritik bir seviyenin altına düştüğünde Sovyetler Birliği mali olarak yaşayabilir olmaktan çıktı.
Çin’in hızla büyüyen ekonomisi, çok geçmeden emsalsiz miktarlarda emtia emmeye başlıyordu: petrol, bakır, soya vb. Başka bir deyişle, Çin, Japonya gibi büyük bir zorunluluktan ithalatçı haline geldi. Çin’in büyük kömür rezervleri olmasına rağmen, en yüksek dereceli kömürün çoğu zaten tükenmiş durumda. Mütevazı petrol rezervleri de büyük ölçüde tüketildi.
Merkantilist ekonomilere ne olur? Zorunluluktan ithalatçı, yeni sömürgelerin ucuz emtia kaynaklarına ve kendi muazzam ihracat deryasını absorbe etmesi için ithalat piyasalarının yeterli şekilde açık ve büyük olmasına tamamen bağımlı hale gelirler.
Emtia üreten uluslar nihayet Batı ve Doğu tarafından soyulmaktan bıkmış ve gelişmiş/merkantilist ekonomiler tarafından yağmalanan kaynakların kontrolünü ele geçirmek için uzun zamandır ertelenen birleşik bir çabaya başlıyorlar. Bu, şu anda emtia kıtlığı tarafından, birçok kaynaktan beslenen kıtlıklar tarafından körükleniyor: doğal kaynakların tükenmesi, tedarik zinciri kesintileri, jeopolitik şantaj vb.
Finansallaşma ve küreselleşme azalan getiriler ilkesi noktasına ulaştığı için artık düşüş evresinde. Küresel büyümenin bu itici güçleri, emtia fiyatlarının uzun vadeli bir trendle yükselmesi ve küresel ekonominin stagflasyona girmesiyle aynı anda çözülüyor.
Bu koşullar, malzeme maliyetleri yükselirken ihraç pazarları daralan merkantilist ekonomileri sıkıştırıyor. Büyüme için ihracata dayalı merkantilist stratejiyle ilgili bir başka sorun da her zaman daha ucuz bir rakibin yükselişte olmasıdır. Bunun sonucunda, Vietnam ve diğer yükselen ihracatçılar üretimi Çin ve diğer merkantilist uluslardan [kendine] çekiyor.
Bu arada, para birimi cephesine dönersek, ABD doları öteki para birimlerinin zararına alım gücü kazanıyor. Bu, emtiaların çoğu ABD doları cinsinden fiyatlandırıldığından, yüksek emtia fiyatlarına ikincil bir “vergi” ekliyor. Güçlü bir ABD doları emtia enflasyonunu ABD için yumuşatırken diğer para birimlerini kullanan herkes için ağırlaştırıyor.
Güçlü bir ABD doları aynı zamanda, dolara sabitlenmesi nedeniyle ABD doları ile birlikte yükseldiği için Çin’in para birimini de daha az rekabetçi yapıyor
Güç kayması karmaşık: merkantilist ve ithalatçı uluslardan emtia ihracatçılarına; merkantilist ihracatçılardan güçlenen para birimini, ABD dolarını basana.
Son 70 yılın kazananı, büyüme için ihracata merkantilist bağımlılık, azalan getiriler ilkesine ulaştı. Büyüme kaynağı olmaktan ziyade, [artık] bir durgunluk kaynağıdır.
Merkantilizm, en basit haliyle, bir ülkedeki ihracatı artırıp ithalatı azaltmayı hedefleyen ekonomi politikasıdır. Bu ekonomi politikaları gümrük duvarlarını, sübvansiyonları, devlet harcamalarının artırılmasını gerektirebilir; cari fazla vermek veya cari açığı kapatmak hedefi de bu politikalara dahildir. Yazarın merkantilist ülkeler arasında gösterdiği ülkeler arasında bugünkü Çin vardır ama okurun aklına hemen Almanya da gelecektir. (ç.n.)